top of page

Tamer Levent ve 'Sanata Evet'

Devlet Tiyatroları’nda oyunculuk, yönetmenlik, rejisörlük ve genel müdürlük yapmış, yönettiği oyunlarla Rusya, Kanada, İran, Kıbrıs ve Güney Kore’deki festivallere davet edilmiş, “Tepenin Ardı” adlı filmde oynadığı rolle film festivallerinde en iyi erkek oyuncu seçilen Devlet Tiyatroları Opera ve Balesi Çalışanları Vakfı (TOBAV) başkanı Tamer Levent’le “Sanata Evet” çağrısı ve konseriyle ilgili bir söyleşi gerçekleştirdik. Koroyu sanat ve toplumla nasıl ilişkilendirirsiniz? Korodaki herkes kendi sesiyle ayrı bir birey olsa da birlikte bir armoni içinde var oluyorlar, işte o buluşulan an sanatın olduğu andır. Tıpkı yaşam gibi; yaşamda da estetik bütünlük sağlamaya çalışıyoruz. Biz kültürel bir toplum değiliz, kaotik bir toplumuz. Çok az bir entelektüel kesim var ve Türk toplumu sanat kavramını tanımıyor. Bunun yerine Tanrı’nın bazı insanları özel kıldığını düşünüyorlar. Hâlbuki sanat kültürü Avrupa’da çok eskilerde oluşmuş bir süreç. Rönesans’ta engizisyon baskısı atıldı ve yerine yeni bir disiplin koyuldu; o da sanat kültürüdür. 400 yılda orada artistik bir gen oluştu. Bizde “Sanat anlatılmaz yaşanır”, “Sanat insandır” gibi anlamsız ifadeler kullanılıyor. Sanat bir sürecin ürünüdür. Sanat felsefesini oluşturan da o süreçtir. Bir çalışma biçimi olan koroda da böyledir. Uyum sağlamak için nota, ses uyumu ve disiplin lazım. O süreçten sonra sanat ve ürün başlar ve ekibin refleksi haline gelir. Demokrasi gibi nota da kural demektir. Özgürlük kuralla gelir ama faşistlik değildir. Kural olmayınca kaotik bir yapı çıkar. Hayalimiz demokraside bireylerin kendi kendini yönetebilmesidir. Daha önce müzikle tiyatroyu birleştiren bir proje yaptınız mı? “Magic you ney” diye bir dans projesinin senaryosunu ve sanat yönetmenliğini yaptım. “Dream of passion ney” olarak da adlandırılan bu proje bütün dünyayı dolaştı. İnsanın dans sırasında ne kadar mucizevi hareketler yaptığını göstermek istiyorduk. Bu yüzden halk oyunları adımlarının orijinallerine sadık kalarak yeni bir koreografi yapıldı. Halktan gelen malzemeyi alıp üzerine beste ve düzenleme yaptık. İçine tavır, beden hareketi ve anlatım koyduk. Sonuçta iki saat süren dans tiyatrosu gibi bir yapım oldu. Tobav’ın başlangıç hikâyesi nedir? Tobav 1980 yılında devlet tiyatro, opera ve balesi içindeki herkesin katılabileceği ve yardımlaşabileceği bir topluluk olarak kuruldu. 2000 civarında üyesi olan Tobav’ın kurucularından biri de benim. Seçimle geldim ve 33 yıldır da başkanlık yapmaktayım. Geçmişte sanatçıların İngiltere’de yazılı kanunları olmasa bile sendika ve iş güvencesiyle beraber toplumda saygın bir konumları vardı. Almanya’da da çalışma disiplini, mesleğe, sanat felsefesine ve dramaya doğru bir yaklaşım vardı. Ben de yurt dışındaki eğitimlerimden sonra Türkiye’ye dönünce drama çalışmaları yaptım. Eskiden Türkiye’de dramanın acıklı anlamına geldiği düşünülüyordu; bunun durum anlamına geldiğini anlatmaya çalıştım. Aynı zamanda Çağdaş Drama Derneği’nin kurucularındanım. Bir drama hareketiyle beraber dernekten bağımsız olarak 170 ülkede yaratıcı drama konulu ders verdim. Türkiye’de demokratik bir kuruluş kalmadığı bir zamanda Tobav’ı kurduk, böylece Türkiye’de drama gelişti. Yurtdışından pek çok arkadaşımı düzenlediğimiz uluslararası festivallere çağırdım. Çocuğun önemsiz bir yaratık olarak kabul edildiği bir zamanda çocuk ve gençlik tiyatrolarının ve amatörlerin çok önemli olduğunu vurguladık. Amatörlüğü desteklediğim için profesyonel arkadaşlarımdan da çok eleştiri aldım. Halbuki bir ülkede amatörlük ne kadar desteklenirse profesyonellik de o kadar gelişir. Türkiye’de ilk defa opera ve bale ödüllerini 1990’ların başında biz verdik. Jürilerimiz tüm kastları izleyip puanladı ve Türkiye genelinde en iyileri seçti. Sanat hareketlerinin sanat alanından insanlar arasından oluşturulmuş bir topluluk olan özerk sanat konseyi tarafından yapılmasını istedik. Tüsak bizim modelimizden yararlandı; ama bizim farkımız kararların özerk olması ve meslek tanımlarımızın yapılmasını istememizdir. 1995’te Ankara’da yaptığımız “Sanata evet” buluşmasına uluslararası alandan 83 ülke ve 1500 kişi katıldı. Bu buluşmayı sanat kültürünün toplumda bir değer kazanması için yaptık. Sanatın bizde sadece sanatçıya özgü bir yetenek olduğu zannediliyor. Bir demokrasi kültürü gibi yaşam kültürü olduğunu anlayamıyorlar. Son yıllarda insanlardaki yılgınlık sivil toplum kuruluşlarına da yansıdı. En dinamik vakıflardan biri bile olsak insanlar kendilerini korumak için başlarına bir şey gelecek korkusuyla asosyalleşip evlerine çekildiler. Bu son yıllarda siyasetin getirdiği, belki de kuşağı değiştiren bir şey. Devlet tiyatrosunda seçimi yasallaştırmak istedik ama ben seçimle gelen ilk ve son devlet tiyatrosu genel müdürü oldum. Benim dönemimde 5 Nisan ekonomik tedbir kararları alınmıştı. Biz bunları kabul etmeyip 15 gün içinde 160 ton gazete toplayarak sattık ve devlet tiyatrolarının demirbaşlarını karşıladık. Bürokratik yapıda bir faks makinesi almak bile zordur. Türkiye buna şaşırmadı. Biz Türk insanını şaşırtamıyoruz ama başka toplumları şaşırtabiliyoruz. Örneğin, Londra’da Globe Tiyatrosu’nu aslına uygun yapmak isteyen varlıklı bir adam, eskiden halkın ayakta izlediği zeminin sıkıştırılmış talaş ve fındık kabuğundan oluşmasından dolayı beni arayıp 3 tıra sığabilen 7 ton fındık kabuğu istedi. Ben de Fiskobirlik Genel Müdürlüğü’nü aradım. En sonunda olay İngiliz sefirinin kraliyet hava kuvvetlerinden nakliye uçağı istemesiyle son buldu ve fındık kabukları yerine ulaştı. Ortadoğu’da savaşın olduğu bir zamanda Dünya basınında yer alan bu olay yüzyılın umudu olarak adlandırıldı. Ama biz yine Türkiye’yi şaşırtamamıştık. Sanata evet” konseri nasıl ortaya çıktı? Cumhuriyet’ten bu yana, Türkiye’de sanat kavramının anlaşılmasında eksiklikler oldu. Bu iş henüz meslek olarak tam tanımlanmamış ve profesyonelliği anlaşılmamış. Avrupa’da 1605’te telif hakları kanunu çıktı ve bu meslek orada kültürleştirildi. Cumhuriyet devrimlerinden sonra bizde de bir geçerlilik kazandı ama meslek olarak benimsenmesini sağlayacak kanunlar oluşturulmadı. Tüsak’ın devamının ne olacağı belli değil ama altyapısının olmadığı anlaşıldı. Ülkemizde sanatın keyfe keder yapıldığı düşünülüyor. Osmanlı’da da sanat sarayın izni karşısında yapıldığı için boynu bükük yapılmış. Sanatın bu güvensizlikten kurtulması ancak yasal kimliğini bulmasıyla olur. Halk bu kültürü benimsemediğinden sanatı lüks olarak görüyor. Sanatı yapanlar bile kendilerini halka Tanrı’nın özel yaratıkları olarak sunmaya çalışmışlar ve bir müddet sonra bu anlayış kalıplaşmış. O zaman da halk kendini sıradan, sanatçıyı da özel olarak kabul etmiş ve arada kopukluk meydana gelmiş. “Sanata evet” bu kopukluğu yok etmeye çalışıyor. 35 yıldır kullandığımız “Sanata evet” kavramının ülkemizde yaygınlaşmasını istiyoruz. 2013’te Ankara Kuğulu Park’ta diğer sivil kuruluşları da birleştirerek ve parkı doldurarak çok büyük bir etkinlik yaptık. Devlet Senfoni Orkestrası, Devlet Senfonik Korosu, Devlet Operası, Halk dansları bizim formatımız içinde yer aldı. Koro içindeki yaşamı kendi kültürümüze de getirmeliyiz. Korolar bize örnek olmalı ve koro kültürü canlı kalmalı. Ben en başından beri bu konserde koroların olmasını istiyordum. Farklı disiplinlerden insanlar da izleyici olarak katılmalıydı. Program oluşumu esnasında Prof. Şehvar Beşiroğlu devreye girdi. Rengim Gökmen ve Suat Arıkan da programın oluşmasında katkıda bulundular. Bu şekilde akış ve repertuvar şekillendi. Birinci bölüme sadece koroları koyarken, ikinci bölümü farklı şekillendirdik. Ekipler ve niyetimizle “Sanata evet” fikrine çok uygun bir konser formatı haline getirdik. Konserde 250 kişi sahneye çıktı ve tamamen insan emeğine dayalı bir özveri oluştu. Belki de 21 Haziran’ı kurumsallaştırmalıyız ve her sene bu konseri gerçekleştirmeliyiz. Mevsimin ve doğanın değiştiği bu günde biz de “Sanata evet” diyerek değişim istiyoruz. Bir sonraki “Sanata evet” projesi “Sanata evet” 35 yıldır duyulan bir kavram ve artık Türkiye’de bir akım olmalı. Siyasi görüşü ne olursa olsun tüm belediyelerin bizden sanata evet etkinliği talep etmelerini istiyoruz. Bunu bir yurtseverlik olarak görüyorum. Belediyelere önerecek çok projemiz var. Bu ülkenin insanı sanat kavramıyla kendini bağdaştırmalı. Tobav’ın yıllardır yaptıkları ortada ve birilerinin bunun farkına varması gerekiyor. Biz hem mesleği yapıyoruz hem de toplumla buluşturmaya çalışıyoruz. Bizler gönüllü çalışan profesyonelleriz ve karşılığında para kazanmıyoruz. 13 yıl Alaçatı’yla, 10 yıl Ordu’yla Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali yaptık. Denizli Belediyesi’yle 17 yıl Amatör Tiyatrolar Festivali yaptık. Ankara’da her yıl 29 Ekim haftası Cumhuriyet Koroları Konseri yapıyoruz. Hayalim birilerinin harcadığımız bu büyük enerjiyi fark etmesi. Sanat Kültürü Derneği adı altında toplumla sanatçıların ve siyasetçilerin buluşabileceği, her kesimden ortak bir disiplinle oluşturulacak bir ortam yaratılabilir. Röportaj: Canan Özgür-Cesur Özdemir


17 görüntüleme
bottom of page